İkilem

    


Uzun, yorucu fakat yine de tatli bir yürüyüşün ardından simdi farklı bir yöne yeni bir yolculuğun baslama vaktiydi. Zaten hayat onu hep yolculuklara mecbur etmişti. Kıpırdamadan olmazdı; bu, yaşamın dinamizmine aykırıydı. Sadece soluk almak icin kısa molalar vardı. Onun icin ise vakit artık yeni bir yolculuğa yeni bir adımla baslama vaktiydi. Yolun ortasinda oylece dikilmiş duruyordu. Oraciga nasil gelmisti ve oradan nasıl uzaklaşmalıydi hic bilmiyordu ve bir türlü karar veremiyordu. Butun alternatifleri eleyip son iki secenege kalmıştı; ya yolculuğuna sag adımla başlayacak akabindeki adımlar silsilesi ile bir sekilde bu yolculuğu da nihayetlendirmeye uğraşacaktı ya da sol ayağını ileriye atıp yolunda ilerlemeye başlayacaktı ve eziyete dönüşmüş bu ikilemden artik kurtulacaktı. Esasen hangisini seçerse seçsin sonu aynıydı; bu tereddutten sıyrılıp bir sekilde yol katedecekti (ya da oyle zannedecekti). Zaman ilerliyor ve bir turlu başlamak icin hangi ayağına öncelik vereceğini bilemiyordu. Aslinda sag adim onun icin daha risksizdi; ona her zaman daha cok güvenirdi. Herşeyden once daha tanıdıktı, onunla imzasını atmıştı turlu başarıların altina; onunla gitmişti her yere ve asla yarı yolda kalmamıştı ve de hic pişman olmamıştı. Ama sıkılmış mıydı sanki ne? Sol ayağı ise daha yabancıydı. E biraz da dengesiz. Düşüp canini incitmişti bir kaç kere bile. Biraz düşününce belki de sol ayak ile biraz daha samimileşmek icin bundan daha iyi bir firsat yoktu. Hem herkes ikinci bir şansı haketmez miydi? Belki de bu şans sol ile olan muhabbetini arttiracak ve tıpkı sağdaki sıcaklığı yakalamasını sağlayacaktı. Bilemedi. Yolun ortasında derin bir soluk aldı ve zihnini her turlu düşünceden arındırdı. Her iki ayağına son kez baktı ve gozlerini kapattı. Simdi hareket vaktiydi. Ya simdi hersey kucuk bir başlangıçla gerceklesecekti ya da sonsuza kadar orada sabitlenecek yok olup gidecekti. Kalbinden gelen bir name ile bir adım atıp yürümeye basladı…  

Leave a comment